Hudâvendigâr Külliyesi’nin en önemli parçası camidir. Kesme taş ve tuğladan muntazam diziler halinde karma teknikte yapılmış olup bazı yerlerinde Bizans yapılarından toplanmış devşirme malzeme de kullanılmıştır. Alışılmamış düzeni ve dış mimarisiyle şaşırtıcı bir karakteri olan bu ibadet yeri, Türk sanatında benzeri olmayan bir anlayışla iki katlı olarak yapılmıştır; alt katı cami, üst katı medresedir. Osmanlı dönemi mimarisinde altında medrese, üstünde caminin bulunduğu bir örnek olarak İstanbul’da Saraçhanebaşı’nda Dülgerzâde Camii akla gelir. Ancak bu eserin ibadet yeriyle medresenin üst üste olmasından başka Hudâvendigâr Camii ile benzerliği yoktur.

Dışarıdan birkaç basamak merdivenle çıkılan son cemaat yeri iki katlı bir cephe mimarisinin alt kesimi olup beş bölümlüdür. Kalın ağır pâyelerle taşınan kemerlerden yalnız ortadaki etrafı mermer söveli bir kapı girişine sahiptir. İki yandakiler dışa açık olup korkuluklarla ayrılmıştır. Son cemaat yerinin üstü kubbe ile örtülü olmakla beraber üstte bir galeri olduğundan bu kubbeler dıştan görünmez. Son cemaat yerinden harime geçit veren cümle kapısı sivri kemer altında dikdörtgen açıklıklıdır. Kapı söveleri ve lentosu ile ahşap kanatlar 1904’lerde yapılmıştır.

Alt katı teşkil eden esas ibadet yeri bir tabhâneli cami, yani Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde çok yaygın olan ahî teşkilâtıyla ilgili, sonraki tekkelerin esasını teşkil eden bir zâviyeli camidir. Yolcular tabhâne odalarında misafir ediliyordu. Yabancı yazarların “ters T tipi, Bursa tipi camiler”, yerli sanat tarihçilerinin “yan mekânlı, çok fonksiyonlu, kanatlı camiler” gibi adlandırmalarının hepsi temelsizdir. Bu düzene sahip dinî binaların ilk giriş mekânları üstü kubbe ile örtülü bir kapalı avlu olarak düşünülmüş, bunun için de kubbenin tepesine bir aydınlık feneri, ortaya da bir şadırvan konulmuştur. Bu ilk mekândan bir iki basamakla çıkılan ikinci mekân esas namaz yeridir. Birincisiyle bunun arasındaki zemin farkında pabuç koyma nişleri yapılmıştır. Genellikle kitâbelerinde, vakfiyelerinde veya halk arasındaki adlandırmalarda “imaret” olarak belirtilen bu vakıf binaların iki yanında, içlerinde ocakları bulunan ve dışarısı ile bağlantılı olup yalnız kapalı avlu durumundaki ilk mekâna geçit veren küçük odalar vardır. Hudâvendigâr Camii de bu türden bir yapıdır. Kapalı avlu olan ve mihrabın bulunduğu kubbeli namaz mekânının iki yanına altı oda yerleştirilmiştir. Orta Asya döneminden beri gelen Türk yapı geleneğinin bir hâtırası olarak da dört eyvan şeması uygulanmıştır. Yalnız girişteki eyvan çok küçük tutularak basit bir dehliz halini alırken karşısındaki eyvan 12,60 metreyi bulan derinliği ve 9,70 metrelik genişliğiyle çok büyümüştür. Burası esas namaz yeri olup kıble yönünde dışarıya taşkın bir yuva içinde mihrap bulunur. Bu yer ayrıca dışarıya beş cepheli bir çıkıntı halinde aksetmiştir ki bazı kiliselerin apsislerini hatırlatır. Tabhâne hücrelerinin arasında kalan yan eyvanlar ise gerçek hüviyetlerindedir. Sebah-Joailler fotoğrafhânesi tarafından yıllar önce çekilen bir fotoğrafta ortada mermer tabanlı bir şadırvan kalıntısı görülür (Ayverdi, rs. 356). Ancak resmin aslı elde edilmedikçe gerçekten buraya ait olup olmadığı hususunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Wilde de bu şadırvanı görmüş ve planında işaretlemiş, ayrıca kitabında buna birkaç satır ayırmıştır (Brussa, s. 17, rs. 6). Bugün burada mermer hazneli bir şadırvan mevcuttur. Bu türden vakıf tesisler, XVI. yüzyılın ortalarından itibaren esas görevlerini kaybederek mahalle camisi durumuna girdiklerinde namaz alanında yer kazanmak için bu kapalı avlu ile yan eyvanlar, hatta aralarındaki duvarların boşaltılması suretiyle tabhâne odaları cami mekânına katılmıştır. Hudâvendigâr Camii’nde tabhâneler kapalı mekânlar olarak kalmıştır.

Girişin iki yanındaki kapılardan taş merdivenlerle yukarı kattaki medreseye çıkılır. Ustalıklı biçimde duvar kalınlığı içinde açılmış bu çifte merdivenler, alttaki giriş dehlizinin üstünde bulunan tonozlu bir mekâna açılır. Buradan son cemaat yerinin üstündeki beş bölümlü galeriye çıkılır. Bölümlerden iki yanda olanlar aynalı tonozlar, ortadaki üçü ise bir sakıfla gizlenen kubbelerle örtülüdür. Bu galeri, ortalarında bir sütunla ayrılmış sivri kemerli beş açıklıkla ovaya bakan hârikulâde bir manzaraya sahiptir. Pâyelerin aralarında bulunan birer sütun her kemeri ikiye ayırır. Aynı sistem galerinin yan cephelerindeki büyük kemerlerde de görülür. Merdivenlerin başındaki hol bir koridora açılır. Bu hol, 3,15-3,50 m. kadar genişlikte “U” harfi biçiminde binanın ortasındaki iki mekânı yukarıdan sarar. İbadet mekânı olan büyük eyvanın etrafında yaklaşık 80 cm. genişliğinde çok dar dehlizler halinde devam ederek mihrabın bulunduğu çıkıntının içindeki kubbeli küçük mekânda son bulur. Buradaki bir açıklıktan namaz mekânı görülebilir. Koridorlardan iki yanda olanlar da ortadaki kubbeli mekâna ikişer pencere ile açılır.

Yan koridorların arkalarında 2,50-2,70-3,00 × 3,36 ve 2,60-2,70-2,90 × 3,50 m. ölçülerinde, her birinin dışarıdan ışık alan bir penceresi olan, altışardan toplam on iki medrese hücresi sıralanır. Medrese katına çıkışı sağlayan merdivenlerin iki yanında ise diğerlerinden daha büyük ve önlerinde birer hol bulunan ikişerden dört hücre vardır. Bunların tabhânelere nezaret eden şeyhlere veya medresenin müderrislerine ayrılmış olduğuna ihtimal verilebilir. Bu medresenin en azından XIX. yüzyıl başlarından itibaren kullanılmadığı ve birtakım evsiz kimselere sığınak olduğu anlaşılmaktadır.

Binanın sol tarafında yükselen minare, bazı yabancıların yazdığı gibi eski bir çan kulesiyle ilgisi ve benzerliği olmayıp Bursa’da korkunç tahribat yapan 1855 zelzelesini atlatmış orijinal bir yapıdır. Kesme taş üzerinde yükselen tuğla gövde üst kısmında yine tuğladan süslemelere sahiptir. Şerefe çıkmaları ise geniş alveollü beş sıra tuğla mukarnaslarla sağlanmıştır. Zaman içinde herhalde değişmiş olan şerefe korkuluğu düz levhalardan ibarettir. Tuğla peteği tamamlayan kubbecik biçimindeki külâh XIX. yüzyıl işidir. Mukarnaslı kavsarası olan mihrap 1904 yılında yapılan tamirde renkli boyalarla ve yaldızla boyanmış, bu arada minberi de yenilenmiştir.

Yüzyıllardır bir manastır ve Bizans kilisesi olarak görülmek istenen Hudâvendigâr Camii ve Medresesi, bir tabhâneli cami ile bir medresenin ilk ve son olarak üst üste yapılması ile alışılmamış bir uygulama sonunda ortaya konulmuştur. Alt kattaki tabhâneli cami şemasına ise İznik’teki Nilüfer Hatun İmareti’nde de kubbeli kapalı avlu ve dikdörtgen namaz mekânı birleşimiyle karşılaşılır. Fakat iki ayrı binanın tek kitle içinde kaynaştırılması ilk ve son defa burada denenmiştir. Mükemmel bir usta olduğu anlaşılan mimarın buna niçin gerek gördüğünü anlamak zordur. Ancak bunda farklı bir dış cephe yapma isteğinin payı olduğu düşünülebilir.

Binanın sütunlarında, bunların başlıklarında ve kaidelerinde, bazı frizlerde Bizans sanatına ait devşirme parçalar kullanılmıştır. Cephelerde görülen bazı süsleme unsurları, pencere alınlıklarındaki çift renkli geometrik desenli dolgular, saçak çizgisinde sıralanan küçük kemerli konsol dizileri Türk sanatına yabancı unsurlardır. Beş cepheli olarak bir apsis biçiminde dışarıya taşan mihrap yuvası da İstanbul’da XV. yüzyıla ait Çinili Köşk’te, Fâtih Külliyesi’nin dârüşşifâsının mescidinde (sonraları Demirciler Mescidi), Şeyh Vefa Camii’nde ve Dâvud Paşa Camii’nde de görülmekle beraber Türk mimarisine mahsus bir özellik değildir. Bütün bu hususlar dikkate alındığında Hudâvendigâr Camii’nin yapımında yabancı bir elin varlığı belli olmaktadır. Buna göre binanın yapımında yabancı asıllı bir mimar rol almıştır. Wilde gibi bazıları bunu Bizanslı olarak kabul ederler, Gabriel gibileri ise Güney Anadolulu veya Kıbrıslı bir hıristiyan olması ihtimali üzerinde dururlar; hatta daha da ileriye giderek Batı’nın gotik mimarisiyle ilişkiler kurmak isterler. Bunun sebebi, cami ve medrese birleşiminin Türk mimarisinde başka bir benzeri görülmeyen uygulanışıdır.

Hudâvendigâr Camii tabhâneli camilerin ilklerinden olup klasik tabhâneli cami ile yine klasik medresenin tek kitle içinde birleşimi yalnız burada görülen bir yeniliktir. Türk yapı sanatında çok seyrek olarak iki katlı medreselere rastlanırsa da böyle cami ile bütünleşen başka bir örnek bilinmez. Bu birleşmenin sonucu olarak Hudâvendigâr Camii’nde başlı başına yeni bir dış mimari uygulama gereği duyulmuş ve bunun için de ovaya bakan giriş cephesi tasarlanmıştır. Alt kısmı bir silme hizasına kadar kesme taştan olan bu cephe, ilk katın bitimindeki silmeye kadar tek sıra kesme taş ve arada tuğla hatıllarla devam eder. Son cemaat yeri kesme taştan kalın pâyelerle ayrılan iç içe çifte sivri kemerli beş açıklıkla dışa bağlantılıdır. Ortadaki üç kemerin üstünde çok küçük birer pencere bulunur.

Taştan bir silme ile ayrılan üst kat, aynı karma teknikte taş ve tuğladan yapılmış olup alttaki kemer sistemini yukarıya aksettirir. Fakat burada tuğladan klasik sivri kemerlerin içindeki boşlukların her biri bir sütunun ayırdığı ikiz kemerlere bölünmüştür. Böylece cephe hem renkli hem de mimari bakımdan hareketli bir görünüm kazanmıştır. Bazı kısımlarda Bizans yapı tekniğini hatırlatan ayrıntıların bulunması ise herhalde burada yerli hıristiyan işçilerin çalışmış olmasından dolayıdır. İstanbul’da Süleymaniye Külliyesi’nin inşaat defterlerinde de görüldüğü gibi vakıf inşaatlarında hıristiyan el emeğinden kaçınılmıyordu. 1955-1956 istimlâklerinde yıktırılan Yenibahçe’de Attar Halil Mescidi önündeki iki yüzlü çeşme de caminin inşasında çalışan bir hıristiyan tarafından yapılmıştı. Gotik sanatın son döneminde Kuzey İtalya’daki bazı sarayların cepheleriyle benzerlik bulunduğu bellidir. XIV. yüzyılda yapıldığı bilinen Bizans kiliselerinde de böyle cephelerle karşılaşılır. Batı Yunanistan’da Epiros’ta Arta (Türk döneminde Narda) şehrindeki Paregoritissa Kilisesi yüksek ve katlı cephesiyle Hudâvendigâr Camii’ne benzer. Makedonya’da Ohri’de yine aynı yüzyılda Ayasofya’ya ilâve edilen dış narteks bölümü de benzer bir mimari karakterdedir. İstanbul’da Vefa semtinde, eski bir kiliseden dönüştürülen Molla Gürânî Camii’nin de yine XIV. yüzyılda eklenen dış narteksi, tek kat üzerine yapılmış olmakla beraber aynı mimari anlayışa ve estetik eğilime sahiptir. Galata’da Cenova hâkimiyetinin bulunduğu yıllarda XIV. yüzyıl içinde yapılan Palazzo Comunale, eski Voyvoda (şimdi Bankalar) caddesi genişletilirken yıktırılıncaya kadar bu karakterde çok katlı bir cepheye sahipti. Bu örnekler, XIV. yüzyıl içinde aynı sanat zevkinin Batı’dan Doğu’ya tesirini gösterdiğini ve değişik çevrelerde uygulandığını ortaya koyar. Bursa’daki Hudâvendigâr Camii ile medresesi de bu akımdan nasibini almış görünmektedir. Bu binayı tasarlamış olan mimarın bir yabancı olup olmadığı hakkında kesin bir şey söylenemez. Yabancı bile olsa bu usta, erken Osmanlı döneminin Türk mimarisinin prensiplerine uzak değildir. Bunun yanında Akdeniz çevresinde o dönemde yaygın olan bir dış mimari estetiğinden de haberdardır ve bunları birleştirip kaynaştırmak suretiyle bu eseri meydana getirmiştir.

İslam Ansiklopedisi

Hüdavendigar Camii
Caminin ovaya bakan giriş cephesi
Harita
Temel bilgiler
KonumBursa, Türkiye
Koordinatlar40°12′09″K 29°01′16″D / 40.20250°K 29.02111°D / 40.20250; 29.02111
İnançİslam
DurumEtkin
Mimari
Mimari türCami
Mimari biçimİslami, Osmanlı
Tamamlanmatahmini 1367-1385
Özellikler
Minare sayısı1
MalzemelerTaş, tuğla
TürKültürel
Kriteri, ii, iv, vi
Belirleme2014 (38. oturum)
ParçasıBursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu
Referans no.1452
Ülke Türkiye
BölgeAvrupa ve Kuzey Amerika

Hüdavendigar Cami veya I. Murad Cami, Bursa'da 14. yüzyıl yapısı tarihi bir camidir.

Osmanlı Sultanı I. Murad tarafından yaptırılan iki katlı caminin alt katı ibadet mekanı, üst katı ise medrese olarak kullanılmak üzere inşa edilmiştir. Osmanlı mimarisinde alt katı cami, üst katı medrese olarak kullanılan bilinen tek yapıdır.

2014 yılında Dünya Mirası Listesi'ne giren “Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu'nun DoğuşuDünya Miras Alanı 'nın bileşenlerinden birisi olan Hüdavendigar Külliyesi'nin ana yapısıdır.[1]

Bizans, Gotik, Selçuklu ve erken Osmanlı esintileri taşıyan[2] caminin mimarının kimliği ve yapının kesin yapım tarihi bilinmez ancak 1365 ve 1385 yılları arasında inşa edildiği kabul edilir.[3] Caminin üst katındaki Hüdavendigar Medresesi Osmanlı tarihi içinde önemli bir öğretim müessesi olarak görev yapmıştır, günümüzde caminin bir parçası olarak kullanılır.

  1. ^ "'Sultan külliyeleri' UNESCO ile dünyaca tanındı". Anadolu Ajansı web sitesi, 30 Temmuz 2018. 13 Haziran 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Haziran 2020. 
  2. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; uzay isimli refler için metin sağlanmadı (Bkz: Kaynak gösterme)
  3. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; tdvia isimli refler için metin sağlanmadı (Bkz: Kaynak gösterme)
✶ Medya