Türbe, Büyük Çamlıca’nın en yüksek yeri olan Sefa Tepesi’ndedir. Etrafını alçak bir duvar ile demir parmaklığın çevirdiği bu açık türbenin baş ve ayak uçlarında birer servi ağacı bulunmaktadır. Baş taşına yeni yazı ile:

Hüve’l-Bâkî
Hicrî 735’te vefat eden
mazanneden İvaz Fakih
kuddise sırruhunun
1944’te Bay Zeynel Alantor
tarafından kabri yaptırıldı.

Ayak taşında ise:

“1957 yılında Belediyece onarılmıştır.”

diye yazılıdır.

Türbenin yanındaki tekke binası ile küçük türbedar evi yok olmuştur. Ayak ucundaki kitâbeli, mermer bilezikli kuyusu elan bakidir. Üzerine hak edilen kitâbe şudur:

Uttaş-ı alem içün kıldı hafr ile inşâ
Ziya Efendi bu mahalde pür-safâ
ŞEYH Efendi kalemden su gibi bir târ
Zihî bu bi’r-i latîf oldu hayrü’l-ehibbâ
1277 (1860-61)

Bugün kır kahvesinin arkasında kalan türbenin şâhidesine taşlar yapıştırılmakta ve hâlâ ziyaret edilmektedir. Kuyu ise, bir niyet kuyusu haline gelmiştir. Dilek sahipleri dileklerinin yerine gelmesi için buraya taşlar atmaktadır.

Evliya Çelebi, meşhur Seyahatname’sinde; “Büyük Çamlıca mesiresi, göklere baş kaldırmış bir dağın tâ tepesinde yüce bir tekke idi.” demektedir. Evliya Çelebi’nin ismini vermediği bu tekke bir Bektâşî Dergâhı idi.

Evliya Çelebi, 1630 yıllarında bu yerden bir tekke olarak bahsettiği halde, Hadîka yazarı hiç söz etmemiştir. Hadîka’nın müellifi Hüseyin Efendi’nin eserini yazdığı 1770 tarihlerinde bu tekke artık mevcut değildi. Tekkenin yanındaki ahşap türbe ve türbedar odası 1935 tarihlerinde yıkılmıştır. Son türbedar ise, Bektâşî Şeyhi, Hasan Tahsin Baba idi.

Türbeyi ziyaret eden büyük şair Abdülhak Hamid Tarhan (1852-1937) Çamlıca’da Bir Türbe adlı şiirinde bu türbeden bahseder:

Yer semaya, vakt ise şâma yakin
Bir hava-yi sünbülî, manzar hazin.
Şehrin en yüksek civarında idim.
Bundan eflâke yakın bir yer didim.
Arzın üstünde, cihânda müştehir,
Şehrimizin ulviyet-i mevkice bir
Şehrimizde Çamlıca en hoş tepe,
Gezdiğim yer onda en son mertebe.
Kim onun da dahilinde üç çınar,
Bir de bâb-ı adem, yani mezar.
Kimse medfun olmamış bir makbere,
Makber olmaktır mukadder her yere.
Türbe yok, mevcut lâkin türbedar
En güzel mevkide sakin türbedar.
Dahilinde âlem-i mehtaplar,
Hem-dem olmuş mestler, hem-hâblar.
Bûseler, âgûşlar, cûş-u hurûş
Handelerle, naralarla ayş-ü nûş
Dahilen dîvân-ı işret pür cünûn,
Haricen dîvâr-ı hayret pür-sükûn.

Bu şiirden, türbenin 1880 tarihlerinde bulunmadığını ve 1935 tarihinde yıkılan yapının ise sonradan inşa olduğu anlaşılmaktadır. Kitabeye göre İvaz Fakih, Osmanlı Devleti’nin ikinci hükümdarı, Sultan Orhan devrinde (1324-1360) ve 735 (1334-35) tarihinde vefat etmiştir.

Orhan Gazi zamanında Hereke, Tavşancıl, Gebze, Darıca, Tuzla, Pendik, Kartal ve Maltepe kaleleri, 730 (1329) tarihinde, şimdiki Gebze’nin güneybatısında bulunan Pelekonon Ovası’nda yapılan savaş sonucu zaptedilmiş ve Türk Ordusu Merdiven Köyü’ne kadar ilerlemişti. Buradaki İmparator Av Köşkü, Orhan Gazi tarafından bir Ahi Dergâhı haline getirilmişti.

Bir fütüvvet (gönüllü yiğitlik, fedaîlik) yolu, terbiyevî bir esnaf kuruluşu olan Ahiler o çağlarda Osmanlılar’ın beşinci kolu, gizli bir örgütü idi. Bunlar yabancı ülkelerden haber sağlarlar ve düşmanı gözetlerlerdi. Bu dergâhın şeyhlerine de resmen Bizans’ı gözetlemek vazifesi verilmişti. Bunlar, Gözcü Baba, Gül Baba, Ali Baba, Balcı Baba, Mah Baba, Eren Baba, Şahkulu Baba, Yörük Baba, Sancaktar Baba, Mansur Baba, Semerci Baba, Garipçe Baba, Buhur Baba, Kartal Baba ve Çamlıca Baba gibi kimselerdi. Saygıyla anılması lâzım gelen bu zatlar, Bektâşî inançlarına göre, kırk erenlerdir. Bunların büyük bir kısmı, sonradan siyasi durumun değişmesi neticesinde şehid olmuşlar ve bulundukları yerlere gömülmüşlerdi. Bir fıkıh bilgini olan İvaz Fakih’in bunlardan biri olduğu sanılmaktadır. Şehid olan kimsenin bulunduğu yere gömülmesi eski bir âdettir. Süleyman Şah’ın Bolayır’da; İstanbul’un fethi sırasında ve sokak muharebeleri esnasında şehid düşenlerin yol kenarlarına gömülmesi bu yüzdendir.

730 (1329) tarihinde kazanılan muharebe neticesi, Türk öncü kuvvetleri Çamlıca Tepeleri’ne kadar gelmişlerdi. Bu sıralarda Orhan Gazi, Çamlıca havalisini de içine alan, fakat gerçek hudutları bilinmeyen geniş bir bölgeyi Doğancılarına tımar olarak vermişti. Tımar, Akşahin ve Akdoğan isimlerinin karşılığı olan Laçin ismini taşıyordu.

Laçin Tımarı, sonradan gelen padişahlar tarafından da kabul edilmiş ve yenilenmiştir.

Bu hükmün, Yıldırım Bayezid (791-804) (1389-1402) tarafından verildiği ve oğlu İsa Çelebi zamanında ve 805 (1402-3) tarihinde yenilendiği de ileri sürülmektedir.

Büyük tarih yazarı İbrahim Hakkı Konyalı, bir mecmuaya yazdığı yazıda Laçin Tımarı’nın anlamını anlatmakta ve bu arada da; “Yıldırım Bayezid doğancılarına tahsis ettiği Üsküdar’ın doğusundaki yerlerden Çamlıca’daki bir çiftliği, İvaz Fakih isminde bir âlime vermiş ve onu her çeşit vergiden muaf tutmuştu. Oğlu İsa Çelebi de hicrî 805 tarihli bir hükümle babasının emrini teyid etmiştir.” demektedir.

Aynı yazıda, eski Ayasofya mütevellisi Derviş Çelebi tarafından yapılan Kocaeli’nin Gebze Kazası’na bağlı bir köy olduğu kaydedildikten sonra, “….. bu köyün Çelebi Sultan Mehmet tarafından İvaz Fakih’e verildiği ve onun da tevliyeti (vakıf işlerinin idaresi, mütevelli) evlâdına geçmek şartıyla vakfettiği, İvaz Fakih’ten sonra burasının oğlu Ali’ye, daha sonra bunun oğulları Ahmet, Mahmut ve Hızır’a geçtiği ve tahrir zamanında burasının Hızır’ın oğullarından Mahmut’un tasarrufunda bulunduğu.” kaydedilmiştir.

Bu açıklamalara göre, İvaz Fakih’in sonradan konulan şâhidesi üzerindeki vefat tarihinin doğru olmaması icap eder. Çelebi Sultan Mehmet zamanında ve 822 (1419) tarihinde sağ olduğu görülen İvaz Fakih’in şâhidesindeki 735 (1334-35) tarihi arasında 87 senelik bir fark vardır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bulunan bir vakfiyeye göre, Çelebi Sultan Mehmet (14131421) kendi şeyhi olan İvaz Fakih’e iki Çamlıca arasını temlik (mülk olarak verme) etmiştir.

İvaz Fakih de bu yerleri vakfetmiştir. Kısıklı Çeşmesi’nin ilk bânisinin de bu zat olduğu söylenir.

Mehmed Hafid Efendi, Mehahü’l-miyah (güzel sular) adlı eserinde, “Kısıklı ve havalisi, Laçin Tımarı namiyla İvaz Fakih adında, büyüklüğü gerçek bir şeyhe verildikte, şeyh bu büyük araziyi vakf edip, evlâtları da mütevelli olmuşlardır. Bu mütevellilik 1212 (1797) tarihinde bile yürürlükte idi. Şeyhe verilen (temlik olunan) arazi Tophanelioğlu Çeşmesi’ne kadar uzanıyordu. Evladı elinde Çelebi Sultan Mehmed Han tuğrasıyla gördüğümüz beratın suretidir. Burada, Laçin Tımarı’na mutasarrıf ‘kudvetü’l-meşayih’ İvaz Fakih’in elinde olduğu ve hiç bir kimsenin bu tımara müdahale etmemesi lâzım geldiği yazılıdır. Bu berat, 822 (1419) tarihinde ‘Meşta-yı Nerdibanlı’ da yani şimdiki Merdivenköy’ünde verilmiştir” diyor.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki tarihsiz bir arzuhalden Bağlarbaşı Rum ve Ermeni mezarlıkları sahalarının da İvaz Fakih Vakfı’ndan olduğunu ve burada ilk önce Rum Mezarlığı’nın tesis edildiğini ve sonradan da bir kısmının Ermeni Mezarlığı haline getirildiğini öğreniyoruz.

3 Muharrem 1245 (5 Temmuz 1829) tarihli bir takrirden de, Beyoğlu, Galata ve Boğaziçi’ne gelip yerleşen Ermeniler’in vilâyetlerine ve Üsküdar’a nakledildiğini öğreniyoruz.

Şevval 1255 (Aralık 1839) tarihlerinde, İvaz Fakih Vakfı mütevellisi Şerife Hidayetullah Hanım idi.

İstanbul Ansiklopedisi’ndeki Çamlıca Bektâşî Tekkesi adlı yazıda, “İstanbul fethinden bir asır kadar evvel Çamlıca Baba adında bir derviş tarafından kurulduğunu tahmin ediyoruz. Yani bu tekke ismini kurulduğu tepeden almamış, tepe, tekkeye ve bânisine nisbetle isimlendirilmiştir.” denilmektedir.

İstanbul’da Yatağan Mescidi bânisi İlyas Ağa’nın 901 Saferi başlarında (Ekim 1495) vaki olmuş vakfiyesinde, İvaz Fakih Köyü’nde bir değirmenin vakfedildiğini görüyoruz.

Türbenin son türbedarlarından olan Hasan Tahsin Baba, Büyük Çamlıca Tahir Baba Bektâşî Tekkesi’nin şeyhi idi.

* Kaynak: Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Sayfa 569

✶ Medya

✶ İlişkili Yerler