Şeyh Murat Efendi Mescidi (Kilise Mescidi ve Raşid Efendi Tekkesi olarak da anılmaktadır), Yavuz Sultan Selim Mahallesi’nde, Altı Bohça ve Kopça sokaklarının kesiştiği köşede yer almaktadır. Bizans döneminde inşa edilmiş bir kilisenin Osmanlı döneminde camiye dönüştürülmesiyle oluşmuş bir yapıdır. Yapının özgün Bizans adanışı kesin olarak bilinmemektedir. Fotoğraf, alınlığın on birinci ve on ikinci yüzyıllar için ayırt edici olan geri çekilmiş tuğla tekniği kullanılarak inşa edildiğini kesin biçimde göstermektedir. Ayrıca diğer mimari ayrıntılar ve duvar örgüsü teknikleri de Konstantinopolis ve yakın çevresindeki on birinci ve on ikinci yüzyıla tarihlenen kiliselerle yakın benzerlikler taşımaktadır. Bu nedenle kilisenin özgün çekirdeği 11. ya da 12. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Kiliseden camiye ne zaman ve hangi koşullarda dönüştürüldüğüne dair tarihsel kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır, fakat fetihten bir süre sonra mescit olarak kullanılmaya başlanmış olması gerek.

Kilisenin Osmanlı dönemindeki Türkçe adı Şeyh Murad Mescidi’dir ve bu adlandırma, Hüseyin Efendi tarafından kaleme alınan Hadîkatü’l-Cevâmi adlı eserde yer almaktadır. Yapının bir cami olarak kullanımına ilişkin tarihsel süreç hakkında da az bilgi günümüze ulaşmıştır. Kaynaklarda yapının bânisi olarak Şeyh Murat Efendi’nin adı zikredilmekle birlikte, Şeyh Murat Efendi’nin kabrinin yeri tespit edilememiştir. Edirne’deki görevinden alınmış ve Üsküdar’da ikamet eden Kilisli Hüseyin Efendi tarafından bir minber yaptırıldığı bilinmektedir. Yapı, zaman içerisinde birçok deprem ve yangına maruz kalmış ve ciddi tahribat görmüştür. 19. yüzyılın sonlarına doğru tekke olarak yeniden inşa edilen yapı, bu dönemde Raşid Efendi Tekkesi ve Yeni Tekke adlarıyla da anılmıştır. Ancak tekke yapısı, inşasından kısa bir süre sonra meydana gelen 31 Mayıs 1918 Cibali yangınında zarar görerek harap hâle gelmiştir.

Yapıya ilişkin görsel belgeler son derece sınırlıdır. British School at Athens arşivinde, Edwin Freshfield’in A Letter to the Right Honourable Lord Aldenham upon the subject of a Byzantine Evangelion adlı kitabının IV a 121 No. 5576 numaralı nüshası içerisinde bulunan ve Konstantinopolis’e ait sekiz adet yayımlanmamış fotoğraf baskısından biri Şeyh Murad Mescidi’ne aittir. Söz konusu fotoğraf Peralı fotoğrafçı G. Berggren tarafından imzalanmıştır. Bu kimliklendirme kesindir, zira fotoğraftaki görünüm, A. G. Paspates tarafından 1877 yılında yayımlanan taş baskı ile neredeyse birebir örtüşmektedir.

Paspates’e göre yapı, haç planlı ve kubbeli bir kilise olarak inşa edilmiştir. Yapının ölçüleri 15,00 × 13,00 metre olarak verilmekte ve Paspates tarafından harap durumda olduğu belirtilmektedir. Hem Paspates’in taş baskısı hem de Berggren fotoğrafı yapının güney cephesini göstermektedir. Fotoğrafın sol kenarında, iki çıkıntılı dikdörtgen pilaster arasında yer alan bir narteks açık biçimde seçilebilmektedir. Von Warsberg, bu narteksin üç kubbeye sahip olduğunu kaydetmektedir. Yapıya Osmanlı döneminde eklenmiş olan minarenin, Paspates’in ziyareti sırasında artık mevcut olmadığı ve fotoğrafta da buna dair herhangi bir iz bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Naosun güney duvarı nartekse bitişik durumdadır ve bu duvar üzerinde üst yapıya ait bazı kalıntılar hâlen görülebilmektedir. Yapının merkezinde, üçgen alınlıkla sonuçlanan belirgin bir haç kolu yer almaktadır. Bu alınlık, Curtis ve Walker tarafından yayımlanan çizimde görülen alınlıktan farklıdır. Curtis-Walker çiziminde pencere dikmeleri bulunmamakta ve duvar örgüsü içine büyük bir spolium parçası yerleştirilmiş görünmektedir. Bu nedenle söz konusu çizimin, yapının kuzey alınlığını ve büyük olasılıkla dış cephesini temsil ettiği kabul edilmektedir, nitekim Paspates, yapının iç mekânının erişilemez olduğunu belirtmiştir.

Alınlık pencerelerinden bakıldığında, kubbenin tuğla pandantifleri ile kalıplı taş bir silme görülebilmektedir. Ancak hem kubbenin hem de kasnağının, von Warsberg ve Paspates’in aktardığı üzere, bu tarihten önce çöktüğü anlaşılmaktadır. Yapının doğusunda tonozla örtülü bir kutsal mekân bölümü yer almakta olup, burada en az bir apsis bulunmaktadır. Ayrıca kutsal mekânın güney duvarına bitişik bir ek yapının kalıntıları da tespit edilmiştir.

Yapının duvar örgüsünde geri çekilmiş tuğla tekniği kullanılmıştır. Bu teknik özellikle güney cephedeki lunet pencerenin altında ve alınlık kemerinde açıkça gözlemlenmektedir. Alınlık kemerinde harcın dökülmesiyle geri çekilmiş tuğlalar belirgin hâle gelmiştir. Bu durum, Mathews’in Curtis-Walker çizimine ilişkin temkinli değerlendirmelerini doğrulamaktadır, zira çizimde kuzey alınlıkta, lunet pencerenin altında geri çekilmiş tuğla örgüsü seçilebilmektedir. Yapıda ayrıca kemer ve pencere açıklıklarında plastik biçimlendirme, pencere dikmelerinde derin oyulmuş ve stilize edilmiş süslemeler ve diş sırası biçimli silmeler bulunmaktadır. Bu pencere dikmelerine ait süsleme ayrıntılarının Orta Bizans dönemine özgü olduğu belirtilmektedir.

Yapının mimari tarihinde önemli bir yeniden inşa evresi tespit edilmektedir. Bu evrede güney alınlığın doğu ve batı duvarları yeniden kaplanmıştır. Farklı duvar örgüsü türleri arasındaki birleşim çizgileri, doğu cephede açık biçimde, batı cephede ise kısmen sıva altında kalacak şekilde hem Berggren fotoğrafında hem de Paspates’in taş baskısında görülebilmektedir. Bu yeni duvar örgüsü, moloz taş ve tuğla sıralarının dönüşümlü olarak kullanıldığı bir tekniktir ve kutsal mekânın güney duvarındaki örgüyle aynıdır. Batıdaki naos güney duvarında da benzer bir uygulamanın bulunmuş olabileceği belirtilmekle birlikte, bu kısım görünür değildir.

Bu yeniden inşa sürecinde yapıya yeni bir narteks, batı naosu ve kutsal mekân bölümleri eklenmiştir. Güney alınlığın batı ve doğu yan cepheleri, ya duvarları güçlendirmek ya da yapının genel görünümünü bütünleştirmek amacıyla yeni bir duvar kabuğu ile kaplanmıştır. Narteksin üç kubbeye sahip olması dikkat çekicidir; zira on birinci ve on ikinci yüzyıla tarihlenen ve günümüze ulaşan hiçbir Konstantinopolis kilisesinde bu tür bir narteks düzenlemesi bulunmamaktadır. Ayrıca bu dönemde pencere ve kapı açıklıklarının kapatıldığı, kuzey alınlık penceresinin erken Bizans dönemine ait bir spolium parçasıyla doldurulduğu anlaşılmaktadır. Bu spolium, beşinci ya da altıncı yüzyıla tarihlenen ve madalyon içinde haç bezemesi taşıyan bir lento parçasıdır.

Curtis tarafından yayımlanan ve Grosvenor tarafından da anılan başlıklar erken Bizans dönemine tarihlenmektedir. Ancak bu başlıkların, yapının daha erken bir evresine değil, devşirme malzeme kullanımına işaret ettiği ifade edilmektedir. Yapının Bizans dönemindeki adanışına ilişkin olarak Paspates tarafından aktarılan sözlü geleneklerin güvenilir olmadığı belirtilmektedir. Daha önce ileri sürülen adanış önerilerinin ise yapı planı, boyutları ve tarihlendirmesiyle uyuşmadığı vurgulanmaktadır. Bu nedenle Şeyh Murat Efendi Mescidi’nin özgün Bizans adanışı kesin olarak bilinmemektedir.

Kilisenin güneyinde bir sarnıcın bulunduğu Paspates tarafından kaydedilmiştir. Bu sarnıcın yapıyla doğrudan ilişkili olup olmadığı kesin değildir. Paspates, yapının bir manastır kilisesi olabileceği ihtimalini gündeme getirmiş ve sarnıcın bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Sarnıç, Forchheimer ve Strzygowski tarafından ihtiyatlı biçimde Paleologos dönemine (1261-1453) tarihlendirilmiştir.

2024 yılı sonlarında ve 2025 yılı başlarında, mescit parseli üzerinde bulunan niteliksiz yapılar proje çalışmaları kapsamında kaldırılmış ve mescidin temellerine ulaşılmıştır. Yapının ihyasına yönelik projelerin hazırlanması planlanmakta olup, Koruma Kurulu’nun onayının ardından rekonstrüksiyonunun gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir.

✶ Medya