Gülfem Sokağı ile Eski Mahkeme Arkası Sokağı’nın birleştiği yerde ve ikinci sokağın sağ köşesindedir.

Hadîka’da şu açıklama vardır:

“Bâniyesi, Sultan Süleyman Han’ın Harem-i Hümâyunları cariyelerindendir. Camiye yakın caddeye nazır türbesi ve hemen yanında mektebi dahi vardır. Mezar taşında;

Sâhibetü’l-hayrat saide şehide Gülfem Hatun Fi sene tis’a ve sittîn tis’a mie-969 (1561-62)

yazılıdır.

Gülfem Hatun, 1561 tarihinde şehid edilmiş fakat camisini 946 (1539-40) tarihinde yaptırmıştır.

M. Çağatay Uluçay, Saruhan Oğullarına ve Eserlerine Dair Vesikalar adlı eserinde;

“……. Gülfem isminde diğer bir kadın çeşme yaptırmıştır. Aynı zamanda bu kadının Üsküdar’da da bir cami yaptırdığı şer’iye sicilinden anlaşılmaktadır,” demektedir.

Gülfem Hatun’un Manisa’da Göktaşlı Camii’nin (Yapılışı: 899/1493-94) kapısı yanına yaptırdığı bu çeşme bugün de bakidir ve üzerinde altı mısralı bir kitâbesi vardır.

Evliya Çelebi de, Gülfem Hatun’un Manisa’daki diğer bir çeşmesinden bahsetmektedir.

H. 946 tarihli olan çeşmenin üzerinde dört mısralı bir kitâbe vardı.

Gülfem Hatun’un, bu camiden başka, Mimar Sinan yapısı medresesi, mektebi, türbesi, imareti ve kervansarayı da vardı.

Tezkiretü’l-Mi’marîn ve Tezkiretü’l-Ebniye’de Mimar Sinan’ın eserleri yazılırken, Gülfem Hatun Medresesi’nin de adı kaydedilmiştir. Fakat, camiinden bahis yoktur. Bundan da medresenin, camiden sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.

Bir halk rivayetine göre, Gülfem Hatun, Sultan Süleyman’ın en beğendiği cariyesi imiş. Birçok geceler onu yanına alırmış. Yine bir gün nöbet sırası kendisine geldiğinde, nöbetini para karşılığında başka bir cariyeye satmış, çünkü camiinin yapımına para lâzım imiş. Pa dişah’tan istese fazlasıyla alabileceği halde istememiş. Mabedini kendi parası ile yaptırmayı arzulamış.

Sultan, Gülfem’i bekler iken karşısında bir başkasını görünce çok öfkelenmiş ve hele aşkının para karşılığında bir başkasına satılması onu büsbütün çileden çıkararak Gülfem Hatun’a on deynek vurulmasını emretmiş. Bu darbelere dayanamayarak hastalanan Gülfem, çok geçmeden vefat etmiş.

Kanunî, bu neticeden çok müteessir olmuş; hele gerçek durumu da öğrenince, üzüntüsü büsbütün artmış ve camiinin derhal bitirilmesini, kendisine bir türbe ve camiinin kıble yönüne de bir mektep ile medrese yapılmasını buyurmuş.

Çağatay Uluçay’ın, Manisa’daki Saray-ı Amire ve Şehzadeler Türbesi adlı eserindeki, “Saray-ı Cedidin suyu içün Gülfem Hatun Vakıflarının mütevellisine virilen senevî icâre” ifadesinden, Gülfem Hatun’un vakıf gelirlerinin 1243 (1827-28) senesinde bile hâlâ geçerliliğini koruduğu anlaşılmaktadır.

Vakıflarından dolayı zengin bir kadın olduğu sanılan Gülfem Hatun’un, Kanunî’nin şehzadeliği sırasında, -1513 tarihinden 1520 tarihine kadarvali olarak bulunduğu Manisa Sarayı’nda ona hizmet ettiği ve Topkapı Sarayı’na geldikten sonra, ününü işittiği, Manisa’nın Horoz Köyü’nde medfun olan Karaca Ahmet Sultan’ın bir makamını, H. 946 tarihinde Üsküdar’da yaptırdığı bilinmektedir. Manisa’da bulunduğu sırada 20 yaşlarında olduğu kabul edilirse, camiini yaptırdığı esnada 50 yaşında bulunması icab eder.

Kanunî’nin ilk saltanat senelerinden itibaren, onun biricik gözdesi ve hatta nikahlısı olan ve Padişah’a Mehmet, Selim, Cihangir, Bayezid, Abdullah ve Mihrimah adlı şehzadeleri doğurmuş bulunan Haseki Hürrem Sultan’ın, Gülfem Hatun ile yakın bir dostluk içinde olduğu, 1526 tarihindeki Mohaç Seferi sırasında ve daha sonra, 1537’de Avlonya Seferi sırasında Padişah’a yazdığı iki mektupta görülmektedir. Bunlardan birincisinde:

“Bayezid bendeniz, Cihangir bendeniz, Mihrimah cariyeniz ayak topraklarınıza yüzlerini sürerler…Gülfem cariyeniz ve dayeniz mübarek ayağınız topraklarına yüz sürerler…” demekte ve ikinci mektubunda da;

“Gülfem cariyenize kutu içinde bir şişe ile 60 filori göndermişsiniz. Gözlerim karardı. Derhal şişeyi açtım, gel gör halim ne oldu, misafir de vardı. Ne söylediğimi bilmedim, uzun gün uyukladım…” demektedir.

Ellidört yaşında olduğu halde, 965 (1558) tarihinde vefat eden Hürrem Sultan’ın yerini, dört sene için Gülfem cariyenin aldığı anlaşılmaktadır. Hürrem Sultan’ın İstanbul’da, Haseki semtinde, 946 (1539) tarihinde yaptırmış olduğu bir külliyesi vardır. Burada dikkat edilecek bir husus, Gülfem Hatun Camii ile iki çeşmesinin aynı tarihte yapılmış olmasıdır.

Mabedin önünde, etrafı duvarla çevrilmiş bir avlu bulunmaktadır. Ahşap olan son cemaat yeri 1970’de kârgir olarak yenilenmiştir. Camiin duvarları yığma taştan olup, çatısı ahşaptır. Sağ taraftaki minaresinin kaidesi kesme taş, gövde ve petek kısımları tuğla olup üzeri sıvalıdır.

Camiin sahnına açılan mermer söveli ve kemerli kapısı ile istalaktitli mihrabı yapıldığı devirden kalmadır. Üzerinde üç sıra halinde yazılmış, altı mısralı şu tamir kitâbesi bulunmaktadır:

Bi-hamdillah yine ma’mur olub oldu ibadetgâh
Bu Gülfem camii yanmış idi bir hayli sâl akdem
Yine ashâb-ı hayr ü himmet arz-ı iştirâk itdi
Nukûd-ı vâfire sarf eyleyüb inşaya çok âdem
Senih’a gül gibi tarih açıldı bağ-ı tab’ımda
Gülistane şebîh oldu yapıldı câmi-i Gülfem
sene 1285 (1868-69)

Mir’at-i İstanbul’da görülen rakamlar yanlıştır.

Kitâbe Şair Senih Efendi tarafından hazırlanmıştır. Kendisi, Ramazan-ı gurre 1318’de (29 Temmuz 1900) vefat ederek, Küçük Selimiye Camii hazîresine gömülmüştür.

Mabet, 1266 (1850) tarihinde, çarşı içindeki bir paçacı dükkânından çıkan yangında bu semt ile beraber yanmıştı. 18 yıl sonra tamir gören camiin minberi ve va’az kürsüsü ahşaptır. Kare plânlı olup her cephesinde, alt ve üstte olmak üzere ikişer penceresi vardır.

Camiin kıble tarafında meşruta ve hazîre bulunmaktadır. Bu küçük mezarlık Hakimiyet-i Milliye Caddesi üzerinde iken sonradan bu yere nakledilmiştir.

Sa’at-i vahidedir ömr-i cihan
Sa’ati taate sarfeyle heman
Evvelîn ü âhirîn kâffe-i ehl-i iman ervahına

Ve cem’i şüheda ervahına rızaen lillah el-Fatiha
3 Recep sene 1290 (27 Ağustos 1873).
Ketebe Abdullah

Hazîrede, Gülfem Hatun’un 1069 (1658-59) tarihli kabir taşı vardır. Üzerinde:

“Küllu men ‘aleyhâ fân” / Kad intekalet ilâ rahmetillâhi / Teâlâ el-merhume / el-mağfiretü’ssâ’idetü / eş-şehîdetü’l-muhtacete’l-merhame / Gülfem Hatun / Bint-i Abdullah / Sene 1069

Bu kitâbe ile Hadîka yazarının belirttiği kitâbe arasında tam 100 senelik bir fark bulunmaktadır. Ayvansarayî Hüseyin Efendi’nin görerek yazdığı kitâbe, yukarıda kaydedilmiştir.

Cami, 1850 tarihinde geçirdiği yangın felâketinden sonra, ihtimal ilk taş kaybolmuş veya mabet ile beraber türbesi de yandığı için taş, kireç haline gelmiş ve yenisini yazmak icab ettiği zaman da bu yanlışlık yapılmıştır.

Taşın sonradan konduğu ve kitâbesinin de yanlış yazıldığı “Gülfem Hatun bint-i Abdullah” ibaresinden de anlaşılmaktadır. Çünkü, Gülfem Hatun’un babasının ismi H. 949 tarihli vakfiyesinde de görüldüğü gibi Abdullah değil, Abdurrahman’dır.

Küçük hazîrede Gülfem Hatun’dan başka üç kişi daha gömülü olup, biri 1050 (1640-4l) tarihinde vefat eden Hüdâyî Aziz Mahmud Efendi Camii mukabelecisi Mehmet Efendi’dir.

* Kaynak: Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Sayfa 200

✶ Medya